Gözlemler ve Hastalıklar

Tüm iş hayatım boyunca insanlarla iç içe olan işler yaptım. Toplulukların içinde bulundum. İnsanların kendilerini aradıklarına şahit oldum , bulduklarını zannedenlerle tanıştım. Kabına sığamayanlar gördüm. Kabını kırıp gerçekten kendini bulanlarla selamlaştım. Bu yazıyı ardışık zamanlarda tarihe not düşmek için gözlemlerimden elde ettiğim notları derleyerek yazdım.

Kendini bulma yolunda ayağımıza takılan hastalıklar. Umarım gözlemlerime konu arkadaşlar yada bu yazıdan ilham alan herkes bir gün kendi ile tanışır.

Sürekli Haklı Olma

“Sürekli haklı olma” ihtiyacı kökü derinde bir hastalık. Ruhun vicdanı temize çekmek için bulduğu bir yalan söyleme biçimi. En zoru da kişinin kendine yalanı. Bu Egodur. Güçlü olmak için ördüğü bu duvar, aslında arkasındaki küçük çocuğu gösteren bir camdan ibaret.

Sürekli doğru şeyler söyleyerek duvarı güçlendirme çabası. Mahallede kavga edip evde kendi hikayesini yaratan çocuklar gibi. Ama herkes hikayenin doğrusunu bilir. Çözüm: eğer çocuksa gerçekleri anlatmak, değilse kendi haklılıklarıyla baş başa bırakmak.

Olan Her şeyi Kendi İle İlgili Zannetme

Yazılan her şeyi kendine yazılmış zannetme hastalığı. Bu kibirdir. Eğer insanlar “size yazıldığını düşünecek” diye endişe ediyorsanız bu suçluluktur. Söyledikleriniz ve yaptıklarınız birbirine uymuyor demektir. Eğer insanlar size yazıldığını düşünüyorsa bu gerçektir.

İnsanlar camın arkasındaki çocuğu görmüş demektir. Saklanmaya devam edebilirsiniz ama bence çocuğu büyütmenin ve kendi ile barışmanın zamanı gelmiştir. Doğruları söylemek yerine doğru davranmayı öğrenmek yada yaptıklarınızı sahiplenmek “ben buyum demek” en iyisi.

Bedel Ödemeden Sahip Olma

Çalışmadan, risk almadan, bedel ödemeden, “sahip olmayı isteme” hastalığı.

Bu kifayetsiz muhterisliktir.

İlk adımı atamama, eleştirilmekten, başaramamaktan korkma ve güvensizlik duygusu yüzünden, kifayet eksiktir. O yüzden “ben yaparım” diyemez. İlk sözü söyleyemez.

Herkesin sözünü bekler. Sonunda herkesi kapsayan konuşmayı yapıp “ben demiştim” heybesini doldurur. İşler iyi giderse “ben demiştim” heybesi “her daim haklı” kifayetsizi, kendince “güçlü, akil insan” yapar. Ama ihtiras vardır ve keskindir. Bu hırs değildir. Hırs olsa yapar.

Yapmanın önüne hep bir sebep konur. Ego baskılanır ama ego hep fırsat kollar. Sahip olmanın en çabasız, en risksiz, en kolaycı halini, uyuyan bir hücre gibi bekler. Kendini o ana kadar “Ben de yapardım, istemedim” ile baskılayan Ego ihtiras ateşiyle nihayet eyleme geçer.

Eyleme geçerken de yalnız olmak istemez. Bu bir işse, işin (eylem) zor kısmını yıkacak birileri bulunur. Bir fikir ise destekleyici retweetler bezenir. “Şunun da dediği gibi, bunun gibi, bu da bizimle.. gibi ” alıntı kalkanları kurulur.

Riskli alanlarda, en azından fikri koalisyon arar. İhtirası gizlemek için bazen “ulvi amaç kılıfları” dikilir. Bu tarlayı ben de sürerim denir. Eyleme geçmek gölgede dinlemekten iyidir. Ama güneş ve çapa gerçeklik ister. İhtiras gözleri kör etmişse gerçekler görünmez.

Nihayetinde her eylem “kifayet” gerektirir. Vurduğu çapa taşa değdi mi suçlamalar başlar. Artık sırayla taşa, çapaya, güneşe, tarlaya herşeye mana bulunur. O çapalayacak ama taşlar çok, güneş ekstra sıcak olabilir. İş tarlanın sahibine yada küresel ısınmaya bile gidebilir.

Kifayetsizlik (eğer gerçekten beceri yoksa) insanı en fazla “gibi” yapar. Ondan lider olmaz. Bu durumlarda çapını bilmek, gölgeden çıkmamak, çapaya hiç bulaşmamak iyidir. Beceri var ama çocukluk korkuları başarmaya engelse, ilk taşta tarladan kaçmamak gerekir.

Egoyu dizginlemenin yegane yolu çalışmak ve bedel ödemektir. Çok da kolaydır. Bu tarlayı başkası sürsün ben eleştireyim değil, ben sürerim, hatta en iyi ben sürerim der, talip olursun.

Verirlerse sürersin. Bu güvendir.

Daha önce sürdüm dersin. Bu liyakattir. Ama gölgeden zor.

Kifayetsiz muhterisin panzehiri onu iyi tanımak, anlamaktır.

Her “ben” dediğinde çapayı eline vermek ve kendini tanımasına fırsat vermektir.

Böylece hem o kendini tanır, hem de insanlar onu. Neticede bir insanı tanımanın en iyi yolu söylediklerine değil yaptıklarına bakmaktır.

Temel Farkındalık Yokluğu ve Kıymet Bilmeme

Yetiştiği, bulunduğu koşullar ne olursa olsun bazılarının kaderini elinde tutma gücü vardır. Bu potansiyeldir. Bu potansiyeli görenler, her türlü negatif veriye rağmen önünü açanlar olur. Bu potansiyele güvendir.

Potansiyelin önündeki engeller ( bilgi, beceri, zamansızlık) önemsizdir. Potansiyel hak ettiği değerini görür. Potansiyele verilen kıymet “görevdir.” Göreve değil başka şeye odaklanmak, kendi potansiyelini görmemek, kendini gerçekleştirme fırsatını kullanmamaktır.

Yıllarca yan yana durup, zamanı geldiğinde o potansiyele değer vermeyenler yada potansiyeli elverişli bulup kendi amaçları için kullananlar olur. Bunlar önemsizdir. Asıl önemli olan kişinin kendi potansiyelinin farkında olmaması ve kendini gerçekleştirmekten uzağa savrulmasıdır.

Aslında kim olduğunuzu, (görevi veren ve görev ne olursa olsun) aldığınız sorumlulukla ne yaptığınız, yaparken insanlara nasıl davrandığınız, nasıl ve ne için başlayıp, nasıl bitirdiğiniz yani sözün özü “potansiyelinizi ne için kullandığınız” belirler. Bu farkındalıktır.

Başkasının gördüğü potansiyeli kullanmamak yada kötüye kullanmak kendi kıymetini bilmemektir.

Bursa ve Deva için bana yazın.